BİRKAÇ SÖZ
Ben, Türk devletlerdeki kardeşlerime karşı vazifesini yapamadığından dolayı mahcup olan bir Müslüman?ım. 0 yüzden, bir fert olarak, üzerime düşen görevimi yapmak için ilk adım olsun diye elinizdeki eserimi takdim ediyorum.
Bu eserimi, beni affetmeleri dileğiyle komünizmin zulmü altında yaşayan tüm mazlumlara ithaf ediyorum.
Ve diyorum ki: Bütün işkenceler, adı ne olursa olsun, dinsizliğin ürünüdür!
Allah'a emanet olun can dostlar.
Emine Özkan Şenlikoğlu 18/6/1997 Kahire
***
1.Bölüm
Hayale adım adım
1946 yılında başladı her şey.
Çerçek'e bağlı bir köyde, annem, babam, benden bir yaş büyük olan Turgut ve üç yaş büyük olan ablam Çiçek ile birlikte, mutlu bir hayat yaşıyorduk.
Köyümüz, sanki cennete özenmiş bir köydü. Yağmur yağdığında, hava mis gibi hayat kokardı. Toprağının kokusu hayat iksiri denilen efsaneyi hatırlatırdı. Buram buram toprak kokusu hiç bir parfümü aratmazdı. Zaten hiç bir parfüm de o kokuyu bulmak mümkün değildi.
Köyümüzün yolu, sağlı sollu meyve ağaçlan ve çiçeklerle süslenmişti. Adeta usta ressam fırçasından çıkmış bir tabloyu andırıyordu.
Hayalimde, köyümüzü seyrederken ruhumun dinlendiğini hissederdim. Nasıl dinlenmez insan? İlkbaharda çiçekler açtığı zaman bir alem olurdu köyümüz. Yolun sağında ve solunda, inci gibi dizilmiş evlerin önündeki meyve çiçekleri, pembe, beyaz, mavi, yer yer kırmızı açtığında rüya aleminden bir yer alınmış, köyümüze kondurulmuş hissi verirdi.
Köyde, birbirimizi seven sekiz arkadaştık. Bir gün gelip de, o arkadaşlarımdan geride kalacak olanın sadece bir resim olacağını hiç bir zaman düşünmemiştim.
Turgut'la ben, kasabada liseye başlayacaktık bu sene. Büyük bir heyecanla gerekli hazırlıkları yapıyorduk. Amman ne mutluluktu o günlerin heyecanı! Sanki rüya aleminde gibiydik!
Ben ilk defa şehir görecektim. Bu da heyecanıma heyecan Katıyordu.
Ağabeyimle ben çok iyi anlaşırdık. Öyle ki, ablam bizi kıskanır gibi yapar, ben de her seferinde ona izah ederdim: "Turgut benim hem arkadaşım, hem kardeşim. Sen kızlarla bebekçilik oynarken ben onunla oynardım."
Bir seferinde yine böyle dediğimde Turgut gururla söze katılmıştı:
? Ee, bir de ağabeylik var aslanım. Ağabey olmayı es geçme.
Birbirimizi çok severdik. Sanki, birimiz olmasa, ötekimiz yaşayamazdık. Bize öyle gelirdi.
Babam bizim samimiyetimizden öylesine zevk duyardı ki, bizi sanki dinlendirici bir film izlermiş gibi izlerdi. Sık sık da aynı şeyleri söylerdi:
? Bugün siz candan iki dost iseniz bunu inanç birliğine borçlusunuz. İnancınız ayrıldı mı kardeş olduğunuzu bi_le unutur, hatta kardeş olduğunuzdan dolayı birbirinizden utanırsınız.
Babamın bu sözleri üzerine düşünürdüm hop: Ben hiç
kardeşimden utanır mıydım? 0 benim canım kardeşim ve çocukluk arkadaşımdı... Ama babam bu duygumu bilmezdi.
Ertesi gün gidecektik kasabaya. Annem... Canım annem benim! Hem ağlıyor, hem bize yufka açıyordu. Nedense ölüme gidiyormuşuz gibi acı içindeydi annem. Ana yüreği... Evladı tarafından bilinmese de farklı çarpıyordu.
Sevdiğim kız Aybalam gideceğimin haberini almış, bir bahane ile bize gelmişti. Utana sıkıla sordu:
? Yarın gidiyormuşsun, doğru mu?
? Doğru, dediğimde çok üzüldü, ama bana belli etmemeye çalıştı.
İkimizin de yaşı küçüktü. İkimiz de birbirimize açılamıyorduk. Ama ikimiz de birbirimizden emindik. Birbirimizi seviyorduk.
Büyük ağabeyim evlenmiş, bizden ayılmıştı. Onu hiç sevmezdim. Yağdanlık gibi gelirdi bana. Küçük bir hatamız olsa ya döver, ya da babama söylerdi. Bizimle güzel güzel konuşmazdı. Ondan bazen de nefret eder;
"Hayatım boyu özlemeyeceğim tek insan işte budur." derdim. Köyümüzde bana en güzel gelen ev de bizim evimizdi. Köyümüzün tacı gibi duruyordu sanki. Tahta kapısı her zaman huzurla açılır, huzurla kapanırdı. Sanki gülümserdi bize evimiz.
Ahşaptı ama görkemliydi. Eskiydi ama benim için yepyeniydi.
İneğimiz, koyunlarımız vardı... Ahırımız evimizin arka tarafında olduğu için azıcık rüzgar esse, hayvan gübresinin kokusu odamıza kadar gelirdi.
Hey gidi günler hey! kim derdi ki bir gün hayvan gübresinin kokusunu bile özleyeceğim!
Büyükler ülke yönetiminden konuşurlardı, ama hiç anlayamazdım. "Çocuk" denir, bize anlatılmazdı. Sonra da "büyük" diye anlatmaya lüzum görmezlerdi tabi. Fakat başkaları çocuklara da, büyüklere de kendi inançlarıyla ve sistemleriyle ilgili her şeyi anlatıyorlardı.
Son gecemizdi. Yarın gideceğiz diye babamda başka türlü bir telâş vardı. Sebebini yıllar sonra anladığım bu telâşla babam devamlı konuşuyordu:
.................. devami haftaya

işkence edip öldürürler devrimcilerr

örnekler



öldürüp suçu baskasına atarlar devrimciler

sakın devrime inan ma yın çokk kötü bir seydir


iste devrim çocukların beynini yıka mısss onları kullanıyor

hainler islamı kaldırmak için çoluk çocuk demeden vuruyorlar